Değerli okurlar,
Bu hayatta çok konuşuyoruz, öyle değil mi? Gerekli gereksiz, bilerek ya da bilmeyerek, boş ya da dolu çok konuşuyoruz. Herkes bu hayatta o kadar çok bilgili ve her şeye hakim olduğunu inanmış ki! Söylediklerinin hayatta karşılığı var mı, sözlerin gerçeklerle ne kadar bağdaştığı hiç önemli değil.
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Bir şiir ya da bir konuyu konuşurken, konunun asıl sahibini bile susturan, bu konuda gerçekleri dile getirecek olanlara bile söz hakkı tanımayan bir düşünceye sahip bir toplum olduk ya da bir kısım oldu. İçin garip yanı da o kısım, maalesef hayatta daha çok söz sahibi ve kanaat önderi gibi olma durumunda bulunması, gerçekten çok enteresan.
Hayatının içinde yaşamın zorlaştığı bu günlerde, neden buralara geldiğimiz konusunda en ufak bir fikir sahibi olmamaları, neden üretemeyen ve tüketim toplumu olmak için yönlendirildiğimizi bilmeyen, bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten ülkelerin başında iken şimdi nerelerde olduğumuzu bilmeyenler, emeklilerin yaşamak için neler çektiğini bilmeyenler, eğitimde olması gereken yerin fersah fersah gerisinde olduğumuzu bilmeyenler, yaşamda sevginin değerini maddeselleştirenler, adaletin herkese lazım olduğunu bilmek yerine “adalet bana lazım” mantığıyla toplumun genel kesimine dokunmak yerine görmezden gelenler, duruşun anlamına yeni bir boyut kazandıranlar, ortalıkta özgürce ve pervasıca konuşmaya devam etmekteler maalesef.
Oysa inandıkları doğrular ve dinsel anlayışlarını kendilerine yorumlayarak, neyi görmek istiyorlarsa o doğrultuda hayattaki fikir ve davranışlarını geliştirmektedirler.
Oysa yapılması gereken şey okumak, bilgilenmek, kendimizi geliştirmek ve birbirimizi anlamak, değerlerimizin ne olduğunu anlamak, insan olmanın bize getirdiği gerçekleri öğrenmek ve birbirimize bu doğrultuda adaletli ve anlayışlı bir şekilde göstermek gerekmiyor mu?
Peki, yarın ölecekmiş gibi ahiret, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak gerektiği noktasında, neden sadece dünya, hatta neden sadece kendimiz için çalışmaktayız?
Ne zamandan beri bencilliğin bir erdem olduğunu anladık? Kıldığın namaz, oruç, zekat senin Allah’la olan bağın, bizi ilgilendirmez ama bu toplumda yaşıyorsak, birbirimize olan haklarımızı ne zaman görüp saygıyla karşılayıp, inanarak yerine getireceğiz?
Daha önceki yazımda da belirtmiştim, herkes mezara girerken birileri tok, birileri aç girmeyecek. Bir şeyler götüremeyeceğiz ama bizden sonrakilere bir şeyler izler bırakabiliriz, öyle değil mi?
O zaman hayatın anlamını çözelim, sahte ve çıkarcı ilişkiler yerine, birbirimizin sırtından kazanmak yerine, doğru bir düşünce ve inanç içinde kültürlü toplumlar olmak için çaba harcamamız gerekmez mi?
Artık gerçekten sözü olan, değerleri olan ve bunu inançlı bir şekilde ortaya koyan, samimi duruşu, gerçek karakteri olan, değerleri olan ve bu değerleri kendileri kadar toplumun da menfaatine kullanan entelektüel, başarılı kişiler, artık öne çıkıp, bu değerleri ve inanç zafiyeti içinde olanlara paye vermemeleri gerekmez mi?
Artık insan olmanın vasıflarını yerine getirmenin zamanı gelmedi mi?
Yani;
Anladım ki insanlar
Susanım: Korkak,
Görmezden gelini: Aptal,
Affetmeyi bileni de çantada keklik sanıyorlar.
Oysaki
Biz, istemediğimiz kadar hata yaptık,
Göz yumduğumuz kadar dürüst,
Sustuğumuz kadar da
İnsan olduklarını
UNUTUYORLAR.
Adaletli ve liyakat sahibi, sorumluluk duygusu yüksek, bütün doğru insanlara saygılarımla.
YORUMLAR