Şu fani hayatta güncel olaylarla savrulup duruyoruz. Dünya gündemleri bizi hep meşgul ediyor. Sıkıştığımız, nefes almakta bile zorlandığımız günler oluyor. Kendimizi bir yerlere atıp, ötelere, “başka bir dünya aradığımız oluyor” zaman zaman.
İşte böyle nefes alıp başka bir ulvi hayata yönelebilmek. Beyazlara bürünüp her şeyden soyutlanmak; HAC ibadeti bizi başka bir aleme götürür.
İç huzuru yakalamak isteyen inançlı insanlar (Müslümanlar) gönlünü, kalbini dinlendirmek için tatil yerlerinden önce umreye girmeyi arzu ederler. Maddi durumu daha iyi olanlar hayatında bir kere mahşer yerini andıran HAC ibadetini yapmakla yükümlüdürler. HAC ibadeti özümüze dönebilmektir. Hac yolculuğu, insanın bir yolcu olduğunu, yolun sonunun ölüm ve ardından ahıret olduğunu unutmamaktır. İbadetlerimiz yol azığımızdır. Hem yolun hem yolcunun sahibi kainatı yaratan ALLAH tır. Hac da Arafat, vakfe, şeytan taşlama, tavaf, say mahşer yerinin provası gibidir.
Giydiğimiz beyaz ihram, her insanın eşit yaratıldığını ve ölümü hatırlatır. Sırtında dikişsiz ve yalnız beyaz örtü olan ihram, dünyada bulunan her şeyden “maldan, evlattan, eşten, makamdan” sıyrılıp, namazda tekbir getirirken her şeyi elimizin tersi ile kulak arkasına attığımız gibi soyutlanmaktır. Sırtına ihramını giyen bir kişi Allah’a kul ve iyi bir Müslüman olmaya söz vermiştir. Sözünü yerine getirirse İslam ona hicret eder. Sözünde durmaz kendini, nefsini, düşüncelerini kirletir ise İslam o kimseden hicret eder.
Hacca gitmek hayatımızda yaşadığımız en önemli zaman dilimidir. Umrede öyledir. Hacca gitmek Kur’an-ın emirlerine uyacağına dair ALLAH’A cc. Söz vermektir. Allah’tan söz almak değil; Hac sorumluluk yüklenmektir. Hacca gitmek başlamaktır. Gidebilenlerden öyleleri vardır ki, Kabe’nin yanıbaşında olduğu halde Kabe ondan kaçar. Ama gidemeyen öyle Kabe aşıkları vardır ki Kabe onu ziyarete gelir. Kabe aşkı, Peygamber aşkı gönlüne, kalbine yerleşen Müslümanların olduğu gibi.
Yani Hac hayatımıza İslam’ı taşımaktır. Haccı zayi etmek, (hacının İslam’ı yaşamaması) hayatı zayi etmekle eş değerdedir. Haccı kazanmakta hayatı kazanmakla eş değerdedir.
Hacılar Kurban Bayramının ilk günü şeytan taşlamaya giderler. Sembol olan cemaratı “işaret olarak dikilen taşları” topladıkları ufak taşlarla taşlarlar. Asıl olan gönlümüzdeki şeytanı taşlıyoruz. Kötülükleri taşlıyoruz.
Arafat’tan inince ziyaret tavafı yapmak; Allah’ım o anlar hayatları boyunca hacıların aklından hiç çıkmaz. Siyah taşlardan inşa edilen Kabe yi soluna alarak, ona bakarak yedi defa etrafında dönerler. O kadar çok kalabalık oluyor ki bir saate ancak tavafı bitirebiliyorsun. Sanki dünya oraya akmış. Kimse halinden şikayetçi değil. Birde son gün ayrılmak saati geldiğinde, insan anasından, yavrusundan nasıl ayrılmak istemez ise, ondan daha değişik duygularla veda etmek zorunda kalınır.
Hacı olan kardeşlerimize asıl o zamandan sonra hacı olmanın sorumluluğu başlıyor.
Mısır’ı işgal eden Fransız General Napolyon Müslümanları şöyle kandırmaya çalışır. Siz neden ticaret yapıyorsunuz. Terazi tutup ürünleri tartarken hak yerseniz günaha girersiniz. Bırakın bu işleri gayri müslimler yapsın.
Ticareti asıl olan Müslümanların, hacıların yapması gerekir. Çünkü kimseye bilerek haksızlık yapmak istemezler. Kimsenin malına haksız yere el uzatmazlar. Yaşantıları dosdoğru olması gerekir. Müslüman uyanık ve çalışkan olur. Ne hak yerler, nede haklarını yedirirler.
1970 li yıllara kadar hacı olanlar mahallede, köyde örnek insan olarak gösterilirdi. İnşaALLAH bundan sonrada hacca giden kardeşlerimiz İslam’a uygun bir yaşantı içinde olurlar.
Müslüman İslam’ı içine, gönlüne sindiren kimsedir. Müslümanın emeklisi olmaz. Bugün ölecekmiş gibi ahıreti düşünür, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerinde gayri Müslümlerden üstün olabilmek için gayret sarfeder. Bizim atalarımız böyle çalışarak üç kıtaya birden hakim olabildiler. Hayırlı Cumalar.
YORUMLAR